22 Mayıs 2016 Pazar

Kurgu Kulübünün Gözlemci İhtiyacı

Ellerimi birbirine sürttüm, ısınan avuç içlerimi gözlerime yasladım. Gerindim. Kalktım. Saat yine geç olmuştu, hep olurdu. Ne yapmam gerektiğini söyleyen bir çizelge edinmeliyim diye düşündüm, bomboş bir günün ortasına bomboş uyanmıştım. Yatakta oturup bacağımdaki morluklara bakarak biraz sessizliği dinledim, kulağım çınladı, bir yerlerden ezan sesi geliyordu. Küçükken ezanı allah okuyor sanardım ben, öyle olsa daha motive edici olurdu. Ne yapacağıma bir süre daha karar veremeyip, mutfağa yöneldim. Yiyecek hiç bir şeyin arasından kendime yiyecek makul bir şey bulabildim; yeşil elma ve çikolatalı süt. Evimde genelde kullanılabilir şeyler olmazdı, pratik yiyecekler ya da çabuk kombine edilebilecek kıyafetler.. Kıyafetlerimin hepsi alakasızdı, 8 pantolonum ve 2 gömleğim vardı. Aslında 2 pantalonum ve 8 gömleğim olması gerekirdi, burdan başlıyordu saçmalık.
 Elma ve çikolatalı sütten sonra nihayet kendime bir amaç belirlemiştim, sanırım elma ya da süt kafamı açmıştı. Ya da ikisi birleşince kafa açıcı etkisi oluyordu, bilmiyorum. Metro girişine gidip biraz insanları izleyecek sonra metroya binecek ve tek arkadaşımın yanına gidecektim. Sekiz pantolonumdan yeşil olanı ve iki gömleğimden siyah olanı üzerime geçirip kendimi dışarı attım, ceketimi ve botlarımı seke seke yolda giydim. Acelem yoktu ama ben telaşlı bir adamım, ellerim ceplerimde saçmasapan şeyler düşünerek metroya vardım. Girişe oturup bir ballı boğaz pastili attım ağzıma, üzerine de bir sigara yaktım. Gözlerimi kısıp izlemeye koyuldum, her yer insan kaynıyordu, aralarından birini seçtim. 
30lu yaşlarında bir kadındı, üzerinde siyah bir trençkot vardı, içine elbise giydiyse de görünmüyordu, trençkotun bitiminden siyah külotlu çorabı başlıyordu, kadın telefonla konuşuyordu. Biriyle kavga falan ediyor olmalıydı. Elleriyle sürekli hareketler yapıyordu, kesin bir şey anlatmaya çalışıyor ama telefonun ucundaki ona fırsat vermiyor diye düşündüm ve sigaramdan son bir duman çekip izmariti ezdim, bunları yaparken bir gözüm hala kadındaydı. Şimdi de eliyle yüzünü kapatmıştı, ağlıyor mu diye bakarken telefonu iki eliyle tuttu, bir süre baktı daha sonra cebine koyup metro girişine yürümeye başladı. Tam takip etmek için kalkacakken birden çarpılmış gibi durdu ve hızla arkasına dönüp neredeyse koşarak çöpe doğru gidip cep telefonunu çöpe attı. Bir süre çöpteki telefona baktıktan sonra yine aynı hızla arkasına dönüp gitti. Gideli 5 dakika oluyordu, içimde inanılmaz bir dürtü vardı. O inanılmaz dürtüyü bastırmaya çalışarak yerimde huzursuz huzursuz kıpırdanıyordum, sonunda kendimi daha fazla tutamadım ve çöpe gidip telefonu aldım. Açması pek zor olmadı, pin kodu da şifresi de yoktu. Açar açmaz telefon elimde titredi ve mesaj ekranda belirdi; “Merhaba, şanslı gözlemcimiz sensin! Bu telefonu çöpten aldın ve şuan elinde tutuyorsun bu yüzden Aramıza katılmaya hak kazandın!” Ve bir de adres vardı. Ensem karıncalanmaya başlamıştı, anlamlandıramayıp mesajı defalarca okudum. Sanrı olmadığından emin olduğumda telefonu çöpe geri bırakıp gitmeye yeltendiysem de yapamadım. Her zaman çok meraklı bir adam olmuşumdur, içimi kemiren, kanımı donduran bir merak vardır hep içimde. Ve eğer bu mesajı görmezden gelirsem gerçekten kendi kendimi yiyerek meraktan öleceğimi biliyordum. Telefonu cebime koydum, metroya indim ve kafamda bir sürü soruyla arkadaşımın yanına gittim.
İçeri girdiğimde tezgahında çanta yapıyordu. Arkadaşımın bir çantacı dükkanı vardı, küçük bir yerdi, kendi yaptığı çantaları satıyordu. İçerisi deri kokuyordu ve o da deri kokularıyla gelip bana sarıldı. 
“Hoşgeldin, nedense gelebileceğini aklımdan geçiriyordum.” 
“Bir medyum tarafın olduğunu herkes biliyor zaten Su.”
Su çalıştığı pasaj içindeki herkesle iyi geçinirdi, belki de çok güzel fal baktığı içindir. Kısacık saçlarını arkaya atarak oturmamı söyledi. Kafam hala mesajda dalgın dalgın oturdum. Biraz ordan burdan sohbet ettik, o da elindeki işe devam etti bir yandan. 
“Çok dalgınsın, neyin var.” Dedi birden ve onun cümlesinin tam bitişine bir ses geldi nokta olarak ” bip bip”
Cebimde öten telefonu titreyerek çıkarıp baktım, 
“Seni bekliyoruz!” Ve adresin daha detaylı açıklaması. Bulamadığımı mı düşündüler, gideceğimi mi düşündüler? Hem onlar kim? Birden beynim dondu. Su garip garip bana bakıyordu. 
“Noldu kötü haber mi? Aaa Iphone 7 mi o, ne zaman aldın. Ver bir bakayım.” 
“Yy-y-yok şey ben gideyim bir işim çıktı. Senin de işin var hem. G-görüşürüz!”
Dışarı çıktığımda buz gibi hava yüzüme çarpınca biraz kendime geldim. Ne yapmam gerekiyordu, biri gel dedi diye hemen gidecek değildim. Yerimde duramıyordum, bir oraya bir buraya yürüyüp ne yapacağım ne ne ne diye beynimi yiyordum. Ya kötü insanlarsa diye düşünüyordum, ama daha sonra da ne yapabilirler ki bana, ben kötü bir şey yapmadım kimseye diyordum. Olayları idrak etme kapasitem gittikçe eksilere indi ve birden kendimi oraya giderken buldum. Kafamda hiç bir şey yoktu. Sadece gidiyordum işte. Kafamdaki düşünceler bir su gibi akarken ben birden musluğu kapatmıştım. İki katlı bir binanın önünde duruyordum, adresi tekrar kontrol ettim, burasıydı. Kapının yanında “Kurgu Topluluğu” yazıyordu. Taş duvarları ve hoş bir bahçesi vardı. Kapının önünde minderirinin üzerinde oturan tasmalı beyaz bir kedi vardı. Kedi gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Ben de bir süre ona baktım. Bir süre sonra birden ne yapacağımı hatırlayıp kapının önüne fırladım. Derin bir nefes alıp zile bastım. Ellerim terlemişti. Albino bir adam kapıyı açtı.
“Merhaba gözlemci! Biz de seni bekliyorduk.”

Aylin Erol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder