11 Ağustos 2018 Cumartesi

Gece gözlemi / Göl Hasta'dan bir kesit

Ayaklı lambadan gelen loş ışık önce kitaplığa ordan da tavana yansıyor. Gölgeleri değişik şekiller oluşturuyor, odadaki başka olası varlıkların gölgeleri gibi görünüyorlar. Açık camdan gelen serin rüzgar bütün gün yaşadığım bunaltıcı sıcaklığa tezat olarak zamanın geçtiğini bana kavratıyor, bu kavrayışla değişimin kaçınılmaz olması gerçeği içimde bir şeyleri yerinden oynatıyor. Ben şu anda bunları yazarken eş zamanlı olan değişimlerin titreşimlerini ayaklarımın altında hissedebiliyorum. Yüzüme çarpan yumuşak rüzgar neleri taşıyor bana? Karanlığın her yerimi sardığı bu güvenli ve tanıdık odada kendimi hafif ve kadim hissediyorum. Anın içine ne kadar çok çekilirseniz o kadar yavaşlıyor. Nefes yavaşlıyor, uzuvlar yavaşlıyor, sokaktan geçen kedi adımlarını yavaşlatıyor. Zaman böyle geçerken zaman kavramı zihnimde daha çekici bir hal alıyor. Sanki ağır ağır dans eden bir kadın gibi. Bu an kesintiye uğradıkça kendimi farklı paralel bir gerçeklikte buluyorum.Sokaktan gelen köpek uluması bu paralel gerçekliği açan anahtar görevini görüyor. Şimdi artık camdan baktığımda arabalar daha hızlı. Nefesim hızlandı, içimde davetsiz bir misafirin getirdiği huzursuzluk var. Çok geçmeden oturuşumu değiştiriyorum, kendimi kendime getirme egzersizleri yaparken zamanın hesabını da kafamda kaybediyorum. Sesler başlıyor, sorular soruluyor. Kafamın içinde birden bir toplantı ortamı oluşuyor. Bu toplantı o kadar ani gelişiyor ki her şey anlamını kaybediyor birden. Anlam çok çabuk anlamını yitirebilir. "anlam" kelimesinin anlamını yitirmesi ile ironi kelimesi daha da güçleniyor.

Kafamdan nihayet çıktığımda edindiğim yetersizlik hissiyle etrafıma tekrar bakıyorum ışık aynı açıda, odada değişen tek yer kedinin yeri olmuş. Yolculuğum çok uzun sürmemiş olmalı. İnsan her zaman böyle miydi? Eskiden nasıl olduğumu anımsadığımda kendime yabancılaşıyorum. Zamanla değişen ben, değişimde olan kendimi kıskanıyor. Sanki değişim kattıklarıyla birlikte ruhumdan küçük parçaları da koparıp götürüyor gibi. Midemin bulantısını güneş tutulmasına bağlıyorum. Güneş tutulmasının bağlanacağı pek çok şey bugün midemi bulandırıyor. Gündüz saatlerinde yaşanan sıcak havanın kalıntıları kendini bir an için gösteriyorken bununla birlikte midemin bulantısı daha  güçlü hale gelse de bir kaç dakikaya yine bir rüzgarla kendime geleceğimden eminim. Sanki bacaklarımı sandalyeden aşağı sallandırdığımda suya değecekler gibi. Kendimi hep olası bir denizin üzerinde hissediyorum. Önceki hayatlarımda denizin yerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Belki de bu yüzden Solaris beni hep çok etkilemiş, kocaman kızıl denize bağlı bir gezegende yaşama fikri  kitabı okuduğumdan beri çok yakın gelmişti. Hatta sanki eski bir yaşamımı izler gibi hüzünlenmiştim. Kafamda bunlar dönerken gözlerimi kapatmamla açtığımda yaşlar akması bir oluyor. Zaten her zaman melankolik bir insan olmuşumdur diye düşünüyorum. Varoluş hüznü, olduğumuz yer dilemması, gideceğimiz yer sorusu hüzün ile hep başa baş gidiyor.

Kafamı kaldırdığımda oda hala yerinde duruyor. Kafamdaki sinematografisi lezzetli olan sanat filmi kurgusuna devam ediyor. Kafam vücudumun en sevdiğim yeri diye düşünüyorum. Bu hem metaforik olarak hem de fiziksel gerçeklikte doğru sayılabilir. Bulunduğum andan daha iyi bir yer düşünemiyorum. "Kendimin en iyi haliyim", "Bulunduğum yer bana tam uygun ve daha iyisi olamazdı" Her şey ve herkes yerli yerindeyken bu gezegende yine tam yerine oturmuş bir domino taşı gibi hissediyorum. Her zaman geldiğim ve her seferinde içimde tatmin duygusuyla ayrıldığım bir park gibi yaşamım. Bir döngünün içine hapsolmuş gibi görünse de, içine hapsettiği anlar kaç kez tekrarlanırsa tekrarlansın verdiği tatmin duygusu kaybolmuyor.

Yok olmam için önce var olmam gerekiyordu, bu gerekliliğin getirdiği var oluş eylemini gerçekleştirdiğim salonumda şimdi kedim hala uyuyor. Hala gecenin içerisinde ilerliyoruz. Dramatik değişimler ve olaylar yaşanmasa da zaman zamandır. Beş dakikalık bir diliminin içerisinde yaşananlar bile şu an benim için evire çevire anlatılacak olaylar barındırıyor. Gökyüzüne baktığımda hiç yıldız göremiyorum. Bu yıldızların varlığını sorgulatmasa da içimde bir burukluk yaratıyor. Zaten yıldızların varlığı da zamanı karmaşıklaştıran şeylerden biri diye düşünüyorum. Aramızdaki mesafe de burada biz insanlara öyküler yazdırıyor. Yıldızlara karşı içimde bir şükran duygusu uyanıyor. İçimde dönen hoş duygular yine değişmek üzereyken kendimi havadan mod yakalarken hayal ediyorum. Besin kaynağını  çevresindeki frekans değişiminden yakaladığı anlık duygulardan çıkaran garip bir yaratık gibi hissediyorum kendimi. Hemen önümde masada duran kağıtlara bakıyorum. Karanlıkta yazılar karmakarışık görünüyor. İmrenmek ve kıskançlık kavramları arasındaki farklar listelenmiş bu kağıtlar gün içerisinde yaşadığım frekans değişiminin kanıtı oluyorlar. Bir gün içerisinde kaç kavramı sorguluyoruz? İçinden çıktığımız her an başka bir kavrama dönüşüyor. Kedi artık odada değil, zamanın hızıyla ilgili gözlem gücümü yitiriyorum. Bir şeyler hep olacağına varıyor. Bir şeyler hep oldukça güvende hissedebileceğimi biliyorum. Ne zaman şeyler olmayı durdurur emin olmasam da, şimdilik güvende olduğumu bilmek iyi hissettiriyor. Sokak sakinleşip rüzgar güçleniyor. Bacaklarımı nihayet sandalyeden sarkıttığımda suya değmiyorlar. Bir denizin üzerinde oturduğum gerçeğiyle birlikte bu gece de yavaş yavaş geçmişte kalıyor.

;

"Bazen neden burada olduğumuzu merak ediyorum" dedim.
 ellerimi dizlerime koymuş tahta zeminde oturuyordum. Sanki yaramazlık yapmış küçük bir çocuk gibi başımı öne eğmiştim, vücudum kaskatı kesilmişti.
 "Birden içimde bir huzursuzluk beliriyor. Midemde uğursuz hayvanlar geziniyor. Boğazım kuruyor. Bu merak beni hasta ediyor. Vücudum tamamen kötüleşiyor. Neden buradayız merak ediyorum. Bu merak her seferinde daha da güçlü geliyor. Her geldiğinde daha dinlenmiş ve gücünü toplamış halde. Beni hasta ediyor."
 Derin bir iç çekip yüzüne baktım. Bana sinirlendiğini görebiliyordum. Göğsü hızlıca inip kalkıyor, parmaklarıyla masanın üzerine düzensiz şekilde vurarak uğursuz bir ritim tutturuyordu.

"Cevap basit. Göle bakmak için buradayız. Göl bizim için var biz de onun için varız. Asıl hasta olan göl, nasıl kendini düşünürsün. Bencillik. Sadece biraz soluklan. Gözlerini gerçeğe aç. Bir şeyler ye, iyi olursun."

İyi olacaksam da, bundan nasıl emin olabiliyordu?



-



Aylin Erol


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder