13 Temmuz 2019 Cumartesi

Akışkan Gölge

Aklımın içinde sürekli gezinen sisli bir anı var,  önemli olan kısmı çok net olsa da kenarları bir o kadar bulanık. Sanki bir bilinmezlik içerisinde yavaş yavaş sallanıyor gibi. Zamanın ötesinde, hislerle belirlenebilen kıvrımlarından tanıdığım ve çoğu zaman beni ziyaret edip aklımı kurcalayan bir anı bu. Bu betimlemeye çalıştığım anıdaki önemli olayımız ben küçükken, fakat ne kadar küçük olduğumu bilmiyorum, yaşadığım bir günün sonunda patlak veriyor. 

O gün sabah uyandığımda, yemek yediğimde, biriyle konuştuğumda, hiç bir şey yapmayarak oturduğumda, yaptığım şey ne olursa olsun büyük puslu bir balonun içinde hapis gibiydim. Renkler soluk, sesler uzaktan geliyor, hareketlerim yavaşlatılıyor, neredeyse gerçekten oksijen azlığı çekiyor ve kafamı bir türlü toplayamıyordum. Sanki sabah kalkıp yataktan sonsuz bir boşluğa düşmüşüm, kahvaltıda tatsız bir yaşamı olmuş olan fakat şimdi ölü bir deniz anası yemişim, yanında da bir bardak hiçlik içmişim ve sonrasında sadece anlamsız bir buharla duş almışım... Çevremdekilere anlatmak istediğim ya da ağzımdan çıkan her şey boğuk bir yankıya dönüşmüş, insanlar beni bir fanusun dışından izliyor ve aramızdaki camı asla aşamıyorum gibiydi. Bütün gün sadece bu hisler ile ilerliyorken zaman her zamankinden yavaş geliyor, her şey bir yüksek ateş sanrısı gibi hissettiriyordu.

O puslu ve anlamsız günün gecesinde uyuyamadığım için anneannemin yanında yatmak istemiştim, kafam hala allak bullakken anneannemin verdiği huzur duygusuyla tam uykuya dalacak gibi olmuştum ki zamanda huzursuz bir kıpırdanma oluştu, gözlerim henüz kapalıyken çevremdeki her şey sanki bir jöle gibi titreşmeye başladı, gözlerimi açtığımda anneannemin saçları yüzüme doğru uzanıyordu ama bu saçların her bir teki kıpırdaşan gölge solucanlara dönüşmüşlerdi. Gölge solucanlar karanlığın içinde bir görünüp bir kaybolan nokta nokta titreşimler yayıyorlardı. Onları izlerken sanki vücut ağırlığım gittikçe kayboluyor ve onların her hareketiyle ben daha da havalanıyor gibi hissediyordum. Gerçekte gözlemlediğim her hangi bir yerden yükselme durumu söz konusu olmasa da parmak uçlarımdan saç tellerime kadar havalanma duygusuyla kaplanmıştım. Uyuduğumuz koltuktan salona biraz göz gezdirdiğimde bu sefer diğer koltuklardaki yuvarlak minderler gözüme takıldı. Bu minderler her zamanki minderler gibi değillerdi, çünkü içimi kıpır kıpır ediyorlardı. 
Bir süre sonra minderler birden gölge kedilere dönüşüp  koltuktan koltuğa atlamaya başlamışlardı. Kediler de solucanlar gibi gölge titreşimleriyle bir görünüp bir kayboluyorlardı. Anneannemi uyandırıp odadaki kedilerin haberini vermeye çalışsam da o bir türlü uyanmıyordu. Onun yerine anlamsız ve oldukça uzaktan geliyor gibi duyulan sesler çıkarıyordu. Sanki ağzını her açtığında içinden bir dizi küçük evrencikler yayılıp son buluyorlardı. Çıkardığı sesler aynı zamanda ilkel hayvan seslerine de benziyordu. Gölge kediler bütün odada gezinip oyun oynarken gölge solucanlar da üzerimde sürünüyor ve ağzımdan göğüs kafesimin içine doluyorlardı. O gece zamanın nasıl aktığının ya da akıp akmadığının farkında olmasam da çok çok uzun bir süre gibi hissettiren bir zaman geçti ve ben hala gölge yaratıklara bakıyor içimdeki havalanma hissiyle başa çıkıyordum. Bir süre sonra neredeyse sabah olduğunda artık her şey bitmiş, ben de bir kaosun içinden huzurla sıyrılmıştım. 

Bu uğursuz hissettiren ama aynı zamanda karmaşık duygular da uyandıran anı her zaman aklıma geliyor ve her aklıma geldiğinde hissettiğim hiç bir şeyi adlandıramamakla birlikte sanki içinde yaşadığım zaman mekan sınırlamalı olgunun içinden çıkıp farklı bir yere seyahat ediyor gibi oluyorum. Gölgelerle dolu ama gölge kavramının içinde taşıdığı o ağırlık hissine çok zıt bir hatıra. Yerden kesilen zihin.



Aylin Erol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder